Buse Köseer
Kelimelerle Yüzleşmenin ve Dönüşmenin Hikâyesi
Türkiye’nin edebiyat ve psikoloji sahnesine genç yaşta adını yazdıran Buse Köseer, son yıllarda hem köşe yazarlığında hem de edebî üretimde dikkat çeken bir figür oldu. Türkiye Aktüel’deki yazılarıyla kısa sürede geniş bir okur kitlesine ulaşan, “yılın yazarı” ödülüne layık görülen Köseer, satırlarında yalnızca kelimeleri değil, insanın en kırılgan hâllerini işliyor. Onun metinlerinde bir danışmanın gözlemi, bir edebiyatçının sezgisi ve bir toplum vicdanının sesi aynı anda bulunuyor.
Buse Köseer’in hikâyesi, klasik bir “yazar olma” serüveni gibi başlamadı. O, öncelikle bir gözlemci, bir dinleyici ve bir anlam arayıcısıydı. Danışmanlık yaptığı yıllarda gördüğü bakışlar, duyduğu suskunluklar ve şahit olduğu hikâyeler, zamanla onun satırlarına dönüştü. “Ben içimde çözemediklerimi yazdım” diyor. “Kendi yaralarımdan başladım; çünkü biliyorum ki her insan kendine benzeyeni sever ama en çok kendini anlayanı unutmamayı seçer. Danışanlarımdan gelen hikâyeler, toplumun bastırdığı duygular, susturduğu çocukluklar, görünmeyen yalnızlıklar… Bunları edebiyatla örerek sunuyorum. Belki de bu yüzden bir yazı bazen bir terapiye dönüşebiliyor.”
Köşe Yazarlığını Vicdanın Kalemiyle Tutmak
Köseer, köşe yazarlığını sadece fikir beyanı olarak değil, toplumsal bir hafıza tutma işi olarak görüyor. Ona göre bu meslek, eskiden “vicdanın kalemle tuttuğu bir nöbetti.” Her harf, toplumun nabzını ölçen bir stetoskop, her cümle bir çağrının yankısıydı. “O günlerde köşe yazarı olmak, yalnızca yazmak değil; görmek, duymak, hissetmek ve ses olmak demekti. Ben bu geleneğin tam da kalp atışlarında durduğumu düşünüyorum. Satırlarımı yalnızca bilgiyle değil, bir halkın travmalarıyla, suskunluklarıyla, kırgınlıklarıyla da örüyorum.”
Onun yazılarında, kimi zaman bir çocuğun yalnızlığı, kimi zaman bir annenin suskunluğu, kimi zaman da kesilen bir ağacın hikâyesi bulunuyor. Tüm bunları “duygunun hafızası” olarak tanımlıyor. Ancak bugünün medya düzeninde her köşe yazarının bu çizgide durmadığını da belirtiyor: “Kimi sesiyle toplumun nabzını tutarken, kimisi algoritmalara yeniliyor. Ama hâlâ kelimelere inananlar var. Ve ben, o inancın izinden yürümeye devam ediyorum.”
Gündemle Zamansız Olan Arasında
Köseer, yazılarının konularını seçerken güncelin ötesini gözettiğini söylüyor: “Ben konuyu seçmem, çoğu zaman konu beni bulur. Bir çocuğun suskun bakışında, bir haber satırının arasında ya da gece yarısı zihne düşen bir cümlede… Bazen güncelin kıyısında yürürüm, ama asıl niyetim hep zamansız olana dokunmak. Çünkü bir yazının ömrü gündemin ömrü kadar olmamalı.”
Bu yaklaşımı, yazılarına uzun soluklu bir yankı kazandırıyor. Köseer’e göre iyi bir yazı, bugünü anlatırken yarının vicdanına da seslenmeli. Böylece okur, metni yıllar sonra eline aldığında bile kendi hayatına dair bir şey bulabilmeli.
Ödülün Ardındaki Duruş
“Yılın yazarı” ödülünü almak, onun için yalnızca bir kariyer basamağı değil, bir söz verme anı olmuş. Ödül töreninde “Bu ödülü içindeki sesi duymaya çalışan tüm gençler adına alıyorum” derken, kendi gençliğinin sessiz dönemlerine de atıfta bulunmuş. “Bu ödül, sadece bir yazının değil, bir duruşun onurlandırılmasıydı” diyor. “Güzeli anlatırken çirkine bakmaktan, umudu yazarken karanlığa susmamaktan vazgeçmediğim için geldi belki de. Kelimelerimi, kendi sesini bulmakta zorlananlara adadım.”
Disiplinler Arası Birikimin Gücü
Köseer’in akademik geçmişi, yazılarına hem entelektüel hem de duygusal bir derinlik katıyor. Yüksek İhtisas Üniversitesi’nde çocuk gelişimi, Hacettepe’de tasarım, Mudanya, Birûni ve Gedik üniversitelerinde psikoloji, danışmanlık ve gazetecilik üzerine eğitimler aldı. Bu çeşitlilik, ona yalnızca farklı disiplinleri değil, farklı insanları tanıma fırsatı verdi. “Akademik bilgiyle sahadaki gerçeği sentezlemeyi öğrendim. Yazarken hem teknik biliyorum hem de sezgisel bir derinlikle ilerleyebiliyorum.”
Psikoloji eğitimi, özellikle insan davranışlarını anlamada ona güçlü bir perspektif sunuyor. Gazetecilik ise araştırma, doğrulama ve etkili aktarım becerilerini güçlendirmiş. Edebiyat ve sokak gözlemleri de bu bilgi birikiminin duygusal katmanlarını oluşturuyor.
Yazıda Denge: İç Ses, Konu ve Okur
Köseer, yazı dilini şekillendirirken bir denge gözettiğini söylüyor: “Ne kuramların soğuk cümlelerine, ne de salt iç sesimin çığlığına teslim olurum. Önceliğim, yazının ruhuna sadık kalmak. Kuramlar bana yol gösterir, iç sesim yakar; ama gerçek, satırlar arasında gizli o sessiz dengeyi bulmaktır.”
Bu yaklaşım, hem okurla bağ kurmasını hem de yazılarında kendi sesini kaybetmemesini sağlıyor.
Toplumsal Sorumluluk ve Otosansür
Türkiye gibi siyasal ve toplumsal olarak dinamik bir ülkede yazmak, Köseer’e göre yüksek bir sorumluluk yüklüyor. Yazarken kendi düşüncelerini ifade ederken, toplumun hassasiyetlerini de gözetiyor. Bazı durumlarda otosansür uyguladığını kabul ediyor, ancak bunun susmak değil, mesajı daha güçlü iletmek için bir strateji olduğunu vurguluyor. “Bilimsel temellere dayanan argümanlarla ve empatiyle harmanlanmış bir dil kullanarak, içtenlikle toplumsal sorumluluk arasında sağlam bir köprü kuruyorum.”
Sosyal Medya Çağında Köşe Yazısı
Hızın ve anlık tepkinin hâkim olduğu sosyal medya çağında, köşe yazısının hâlâ “düşünmenin sürekliliğini” temsil ettiğini savunuyor. Ona göre kısa paylaşımlar anlık farkındalık yaratabilir, ancak kalıcı değişim uzun soluklu metinlerle mümkündür. “Derin okuma, beynin yapısını güçlendirir, eleştirel düşünceyi besler. Bu nedenle köşe yazısının geleceği hâlâ parlak.”
Edebiyattan Ekrana
Köseer’in sıradaki adımı, uzun süredir üzerinde çalıştığı kitabını yayımlamak. Gerçek olaylardan esinlenen kurgusal bir metin olarak planlanan kitap, bireysel travmalardan toplumsal yaralara kadar geniş bir yelpazeyi kapsayacak. Kitabın ardından senaryo sürecine geçilerek, hikâyelerin ekrana taşınması hedefleniyor. “Yazdığım her şey bir gün bir kadrajın içinde can bulacak diye hissediyorum” diyor.
Genç Kalemlere Çağrı
Köseer, yazmak isteyen ama cesaret edemeyen gençlere de bir yol haritası sunuyor: “Mükemmel bir cümleyi beklemeyin. Yazmak bir yolculuktur; ilk adım, o kalemi elinize almak ve korkmadan ilerlemektir. Korkularınızı değil, tutkularınızı büyütün.”
Onun için yazarlık, hem bireysel hem toplumsal bir dönüşüm aracı. “En büyük hayalim, kitaplarımı okuyan gençlerin bir gün kendi hikâyelerini yazdığını görmek. Ve belki de bir çocuğun ‘Ben de yazar olacağım, çünkü biri beni anladı’ demesi.”
Bir Zincirleme Etki Hayali
Köseer’in vizyonu, bireysel başarıdan çok toplumsal bir değişime dayanıyor. Anlamak ve anlaşılmak, onun için bir zincirleme devrim başlatabilir. Bu yüzden yazılarını yalnızca kendi hikâyesi olarak değil, okurla birlikte büyüyen, değişen ve çoğalan bir yolculuk olarak görüyor.

